Rahmetli Gümülcine Müftüsü Hüseyin Mustafa’nın daha önce yayınlanmamış fotografları


Rahmetli Gümülcine Müftüsü Hüseyin Mustafa’nın daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış fotoğrafları Gümülcine Müftülüğünün resmi web sitesi olan http://www.muftikomotini.com/ sitesinde yayımladı. Yayınlanan fotoğraflar arasında Başbakan Kostantinos Karamanlis ile 1950’lerde Gümülcine’de çekilmiş çok kıymetli bir fotoğraf da yer alıyor. Fotoğrafları görmek için lütfen tıklayınız. http://www.muftikomotini.com/index.php?m=gal&c=25

Rodop İli Camileri

Faziletli Müftü Efendi Rodop TV'de

Faziletli Gümülcine Müftüsü Hafız Cemali Meço Efendi 16 Ekim Salı günü Rodopi televizyon kanalında canlı programa katıldılar. Programda İslamiyet hakkında bilgi veren Müftü Efendi, İslamda kadının yeri ve cesitli dini sorulara cevap verdi.

Daha fazla bilgi için: http://www.muftikomotini.com/index.php?m=vid_r&c=16&n=152

İslâm’da zekât farzı ve hikmeti Gümülcine Müftülüğü

Aziz Kardeşlerim,
Bugün yeryüzünde, sözde medenî geçinen bazı zenginlerin kafalarında,“Ben tok olayım, başkası açlıktan ölmüş bana ne!” anlayışı hüküm sürmektedir. Bu cümleyi medeni olmanın veya medineyyetin gereği gibi gören ve bu zihniyeti taşıyan insanlar vardır. Bazı zenginler ise, “Sen çalış ben yiyeyim!” derler ve insanları sömürürler. Halbuki insanların düzgün hayatı fakirle zenginin eşitliğiyle başlar. Bu eşitliğin temeli ise: zengin tabakasında MERHAMET, ŞEFKAT; fakirlerde ise HÜRMET ve itaattir. Halbuki birinci bahsettiğimiz deyiş olan “Ben tok olayım, başkalarına ne olursa olsun” anlayışı, zengin tabakayı ZULME, AHLÂKSIZLIĞA ve MERHAMETSİZLİĞE sevk eder. İkinci deyiş de, yani “Sen çalış, ben yiyeyim” zihniyeti fakirleri kine, hasede ve âdeta kavgaya sevk etmektedir. İşte bu yüzden de iki üç asırdır insanoğlunun hayatı çileli olmuştur. Aziz Kardeşlerim; Evet, bugün beşeriyyet, teknolojisiyle, hayırsever kuruluşlarıyla, bilimiyle ve sâir güçleriyle ne kadar uğrassalar da, bu derin yarayı tedavi edemiyorlar ve edemezler. Çünkü bu derde çare bulan HASTANE: “Allah indinde din İslâm’dır” hastanesidir. Bu hastanenin başhekimi Hazret-i Peygamber Muhammed Mustafa aleyhisselatü vesselam, eczanesi de Kur’an-ı Mubîn’dir. Bakınız, bahsettiğimiz bu hastalıkların tedavisi için Kur’an-ı Mubîn insanlara iki ilaç sunmaktadır. İlacın birisi Zekât müessesesidir. Evet aziz kardeşlerim, vücubu zekât, birinci değişi kökünden yıkmakta, yani “Ben tok olayım, başkalarına ne olursa olsun” hastalığını tedavi etmektedir. Zekât ilacı fakiri zengine kardeş yapar, aralarında tatlı bir şirket kurulur. Zekât, fakiri zenginin malına hissedar kılar. Çünkü zenginin malının kırkta biri fakirindir. Hem din buna, İLÂHÎ hisse demektedir. Böylece de, kimse kimsenin minneti altında kalmamaktadır. Kur’an-ı Mubîn’in ikinci ilacı da, faiz müessesesinin yasaklanmasıdır. Bu ilaç da, ikinci söyleşi yani, “Sen çalış ben yiyeyim!” hastalığını temizler, bu bulaşıcı manevî hastalığı tertemiz eder, herkesin zararına dolan kasaları parçalar. Burada dikkat etmek lâzımdır. Kur’an-i Kerim kasaya sahip olmayı değil, belki kasaya sahip olanlara sahip olmayı emretmektedir. Dikkat edilirse yüce dinimiz İslâm, zenginliği de esas tutmuştur. Fakat o zenginlik sevgi sermayesine zarar vermemek şartıyladır. Zira sevgi Kudret’in ihsan etmiş olduğu en büyük sermayedir. Evet, bu kâinat da, Hakk’ın sevgisiyle kaimdir, vardır. Faiz müessesesine gelince, o toplum içerisinde sevgiyi kaldırır. Fakiri zengine düşman yapar. Faiz müessesesi daima herkesin muhtaç olmasını ister ve âdeta pusu kurup muhtaçları bekler. Faiz, muhtaca yardım değil, neticede zarar verir. İhtiyacı olanın ihtiyacını arttırır, sıkıntıyı şiddetlendirir. İşte görülüyor ki, Kurân-ı Mubin felâketi 14 asır evvel haber veriyor. Ve bugün dünya üzerindeki musibetlerin en büyüğü de bu oluyor.
Gümülcine Müftüsü
Hafız Cemali Meço


http://www.gumulcinemuftulugu.com
http://www.muftikomotini.com

İslâm aile hukukunda kadın ve saldırılara cevabımız


Aziz kardeşlerim, son dönemlerde ülkemizin çeşitli gazetelerinde İslâm hukukunun kadınları yok saydığı ile ilgili haberler çıkmaktadır. Bunu da yapanlar özellikle Batı Trakya’da yaşayan biz Müslümanların sahip olduğu ve aile hukuku noktasında İslâm hukukunu uyguladığımız gerçeği üzerine yoğunlaşarak yapmaktadır. Bizlerin sahip olduğu kısıtlı İslâm hukukunu dahi bizlere çok gören bu zevat, bizlere acıdıklarını söyleyerek İslâmın kadınlara hak tanımadığından bahsetmektedir. İslâm hukukunu bilmeyen, üstün körü yaptıkları incelemelere dayanarak Batı Trakya’mızda olmayan şeyleri de ekleyerek haber yapan bu kişiler, kadının İslâm’daki kutsal yerini yok saymakta, başta evlilik olmak üzere pek çok meseleyi yanlış aktarmaktadırlar. Bu hususta bizlerin, yani Müslümanların söyleyeceği çok şey vardır. Bu söyleşimizde söyleyeceklerimizden sadece belirli kısmıyla iktifa edeceğim. Konuyu işlerken de evvelâ İslâm hukuku çerçevesinde kadına bakacak ve daha sonra Gümülcine’deki Müslümanların İslâm hukuku noktasındaki durumunu göstereceğim.

İlk baştan belirtelim ki, Batı Trakyamızda İslâm hukukunun sadece çok küçük bir bölümü olan, kısaca, evlilik, boşanma ve miras hukuku noktasında haklarımız bulunmaktadır. Ve hemen belirtelim ki, bu haklarından istifade etmek istemeyen Müslümanlar, Müftülük yerine belediyelerde evlenebilmekte ve yine miras hukukunda devlet mahkemelerinde işlem yaptırma özgürlüğüne sahiptirler. Yani İslâm hukukunu istemeyen herkes, Yunanistan’daki diğer vatandaşlar gibi hareket etmekte özgürdür. O yüzden Müslüman olmayan kişilerin bizim hakkımızda yazdıkları yazılarda, sanki Batı Trakya’da zorlama varmış da, kadınlar eziliyormuş da, özgürlük yokmuş da, gibi çarpıtarak İslamı kötülemeleri çok yanlıştır. Bilmelidirler ki, Batı Trakya’daki Müslümanlar en az onlar kadar hakka sahiptirler ve bu haklardan da maada, ayrıca fazladan olarak İslâm aile hukukuna da sahiptirler. Bu noktadan bakınca istediğimiz hukuk çerçevesinde aile hayatımızı şekillendiren bizlerin onlardan daha fazla özgür ve rahat olduğu bir gerçektir. Esas bizler, bize laf edenlerin kadınlarına üzülmekteyizdir.

Gelelim kadının İslam aile hukuku noktasındaki yerine. Evvelâ çok eşlilik meselesini değerlendirelim. Teehhül yani evlenme ve aile hukuku ile ilgili hükümler, yüce kitabımız Kur’an-i Kerim’de birçok teferruatıyla işlenmiş ve kuralları belirlenmiştir. Özellikle Bakara ve Nisa sûrelerinde evlilikle ilgili çok önemli hükümler bulunmaktadır. Bu hükümlerin çoğu nikâh, talâk, mehir ve mahrem başlıkları altında inceleyebiliriz. Burada hemen konuya girelim, pek çoklarının da bildiği gibi İslâm hukukuna göre belirli şartların yerine getirilmesi halinde erkekler dört kadına kadar nikâhlayabilmektedir. Buna İslâm hukukunda bizler taaddüd-ü zevcât demekteyiz. Anlam itibariyla taaddüd-ü zevcat kadın eşlerin birden çok olmasını ifade etmektedir. Nisa sûresinin üçüncü ayeti “mâ tâbe leküm minnennisâi mesnâ ve sülâse ve ruba’” demekle Müslüman erkeklerin dört kadına kadar evlenebilmelerine izin vermektedir. Lâkin bu izin temelde savaşlarda şehid düşen erkeklerin kadınlara göre sayıca azalmalarından ötürü birçok kadının evlenme olanağından yoksun kalmaları nedenine dayanmaktadır. Cenab-ı Allah böylelikle gayri meşru birleşmeleri, yani zinayı, hem de boşama yoluyla birçok kadının evlerinden atılmalarını önlemek istemiştir. Ancak yine Cenab-ı Allah yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de çok kadınla evlenmenin sakıncalarını da belirtmiştir. Yukarıdaki ayetin devamında da, gene de haksızlık etmekten korkuyorsanız bu durumda tek kadınla evlenin. Böylesi sizi eğrilikten alıkoymaya daha elverişlidir, denmektedir. Hiç şüphesiz, burada haksızlık etmek birden çok eşlerin arasında eşitlik sağlayamamak demektir. Ayrıca sûrenin 129’uncu ayeti bunu açıkça ifade etmektedir, “Ne kadar çabalarsanız çabalayın kadınlarınıza karşı eşitlik sağlamaya gücünüz yetmeyecektir. Onun için bütün gönlünüzü birine verip de ötekini büsbütün açıkta bırakmayın. Bu işde aralarını düzenleyici, sakınıcı olursanız Allah da size karşı bağışlayıcı, esirgeyici olur.” Görüldüğü gibi VII. Yüzyılın dünyasında, Arapların ve diğer ırkların kadınları yok sayan dünyasında, İslâm dini müthiş bir karar ortaya koymuştur. Çıkan sonuç şudur: Dört kadına kadar alabilirsiniz, ama bunu yapmak güçtür, şartları yerine getiremeyecekseniz, yani beceremeyecekseniz tek kadınla evlenin, böylesi daha iyidir.

Şimdi durum bu iken, ve bu şartlar göz önüne alındığı için de Batı Trakya’mızda çok eşlilik denebilir ki, neredeyse hiç vuk’u bulmamışken, kasten bu durumu çarpıtmak ne demektir! Günümüz dünyasında, maalesef gayri meşru ilişkiler tuzağında kadını sadece et parçası olarak gören bu zihniyet, nasıl olur da güzel dinimizi en uygunu olan tek eşlilikle sürdüren biz Batı Trakyalı Müslümanları kötü gösterebilir! Onların aksine bizler dinimizin sayesinde kadınlarımıza çok daha fazla değer vermekteyizdir. Eğer İslamiyet bizden gitmiş olsaydı kadınlarımız gerçekten acınası sefalete ve rezilliğe sürüklenecekti. Edepsizliği edep olarak bizlere pazarlamaya çalışanlar bilsinler ki, kadının İslâm’daki haklarını hiçbir diğer dinde bulamayacaklardır.

Bakınız, İslâmlıktan önceki kadının durumu içler acısıdır. Sadece Araplar için de değildir. Bütün dünyada kadın mal olarak görülmektedir. Meselâ İslam öncesi Arabistan’ında kadının en küçük bir hakkı dahi bulunmuyordu. Kız çocuklar genellikle öldürülürdü. Kadın, kocasının devesinden farksız olarak malı sayılıyordu. Kadını dilediği gibi kullanmakta, hatta başkalarına kiralamaktaydılar. Mirastan bırakın yarım pay almayı, hiç pay almazlardı. Erkekler değil dört, diledikleri kadar kadın alıyorlardı. O dönemlerde birçok kabile kadını ve kız çocuklarını bir felaket kaynağı olduğuna inanıyorlardı.

Şimdi bütün bunları göz önüne alan vicdan sahibi her insan, İslâm dininde kadının her bakımdan güvence altına alındığını görecek ve İslam sayesinde insanlığın ne kadar büyük bir ilerleme sağladığını itiraf edecektir.

Hem İslâm hukukunu eleştiren gayri Müslim yazarlara şunu da belirtmek isterim, Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta kadın nikahlanabilmek için erkeğe para ve mal verirken, biz Müslüman erkekler ise tam tersine mehir adı altında kadına para ve mal vermek zorundayızdır. Sorarım sizlere, daha evlilik müessesesinin başında kadına mal ve para vererek şereflendiren İslâm mı, yoksa kadının parasını ve malını evlenirken alan diğer dinler mi kadına karşı daha anlayışlıdır? Hiç şüphesiz evlenirken erkeğin kadına para ve mal vermesini söyleyen, kadını daha başta kendisine özel mal ve para vererek zenginleştiren İslâm daha anlayışlıdır.

Hem tarih de İslâm’ın kadına nasıl sahip çıktığının ispatıdır. Bakınız ilkçağlarda bugünkü anlamdaki gibi bir evlilik kurumu yoktur. Bir topluluğun bütün kadın ve erkekleri birbirlerinin topluca karı ya da kocasıdır. Tarih işte bunun ispatıdır. Ve işte ilkçağlardaki gibi cehaletin eseri olan bu sapkın anlayışı, bugün de yaşayan bir kısım cahillerin oturup İslâm hukukunun kadına verdiği değeri anlamamaları, ancak onların sapkın duygularından kaynaklanmaktadır.

İslam hukuku dışına çıkarsak ve genel olarak ifade edersek, yine bilinmelidir ki, hukuksal anlamdaki evlilik kurumu ancak mal edinmenin gerçekleşmesiyle önem kazanmıştır. Yoksa mal hukuku olmadan yapılan cinsel birleşmeler hukuksal açıdan evlilik sayılmamıştır. Mal edinen kişiler, ölümlerinden sonra bu malları kendilerine bağlı bir aileye bırakabilmek için evlilik kurumunu hukuksallaştırmışlardır. Hatta ve hatta doğacak çocuğun kendi çocuğu olmasını güvence altına almak maksadıyla kadını eve kapatmışlardır. Eski toplumlar, kadını hep sahibinden satın almışlardır. Kadını mal olarak gören bu zihniyet karşısında, İslamiyet kadın için gerçek kurtuluş olmuştur.

Yine İslâm hukukunda kadının yerini eleştiren ve Batı Trakyamızda olmayan şeyleri varmış gibi göstererek çarpıtan kişilere soruyoruz, Artemis değil midir evlilik düşmanı olan? Yine Artemis değil midir, peşinde gezdirdiği perilerden biri evlenecek olursa yasalara karşı geldiğinden ötürü onu şiddetle cezalandıran?

Sevgili kardeşlerim, kimi dinlerde ve mezheplerde, meselâ Katolik Hıristiyanlarda din adamlarının evlenmemeleri gerektiği inancı da kadına ve evliliğe nasıl bakıldığını göstermektedir. Din adamlarının evlenmemeleri gerektiği inancı Artemis tapımından kalma bir gelenektir. Bakınız Alman düşünür Schopenhauer, bir kadınla bir erkeğin birleşmesinin çok iğrenç bir şey olduğunu, Hz. İsa’nın böylesine iğrenç bir ilişkinin ürünü olmamak için babasız doğmuş bulunduğunu ileri sürmüştür. Hulâsa edersek diyebiliriz ki, bunca çağdışı ve ilkel aşamalardan geçen evlilik müessesesini İslam dini disiplin altına almıştır. Abdullah İbn Mesud r.a. Hz. Peygamberin (sas) şöyle dediğini nakletmiştir, “Malca ve bedence elverişli olanlar evlensin. Çünkü evlilik harama karşı gözü doyurur, ırz ve namusu korur. Evlenemeyen oruç tutsun, oruç onun şehvetini keser.” Evet, evlilik müessesesine İslam’ın bakışı bu şekildedir.

Gelelim İslâm aile hukukunda en önemli meselelerden biri olan nikâh hususuna. Nikâh evlenme sözleşmesidir. Kur’anî açıdan bu böyledir ve Yunan kanunları da dinî nikâhlarımızı resmi nikah olarak kabul etmektedir. Bunun anlamı şudur, özellikle Nisâ suresinde bildirilmiş olan aile hukuku ile ilgili hükümlere göre yapılan dini nikahlarımızı, Yunan hukuku belediyelerde yapılan nikahlar gibi geçerli saymakta ve Müslüman azınlığa her ikisinden birini seçme hakkını tanımaktadır. Bu serbestiyetin neresi kötüdür? Müslüman azınlıktan isteyen istediği ırktan ve istediği şekle göre evlenebilmektedir. Aksini iddia etmek abesle iştigaldir. Azınlığa çamur atanlar gerçekleri görsün. bu iş öyle değil, böyle biline efendim..

Bir diğer önemli hususu da belirtmeden geçemeyeceğim. İlginç eleştirilerden birisi de Müslüman kadınlar başka dinden olan erkeklerle evlenemezken, erkeklerin diledikleriyle evlenebildiği iftirasıdır. Gerçeği yansıtmayan bu husus haddinden fazla önemliymiş gibi gösterilmekte ve çarpıtılmaktadır. Evvelâ hemen söyleyelim ki, Müslüman olan bir kadın, dinen yasak olsa bile belediyelere giderek istediği ülkenin,

İstediği ırkın veya dinin vatandaşıyla evlenebilmektedir. Dolayısıyla Müslüman kadınların başka dinden olan erkeklerle evlenemedikleri iddiası Batı Trakya açısından gerçek değildir. Olsa olsa İslâm hukuku açısından böyle bir şeyin kabul edilmediği söylenebilir. Fakat bu durumda da, bundan bahsedenlerin amacı İslâm hukukunu müdafaa etmek değil, İslâmın ne kadar kötü olduğunu gösterme amacı taşımaktadır. Bu amacı güdenler şunu da öğrensinler, İslâm erkekler için de benzer şartları ortaya koymaktadır. Mesela, Bakara suresinin 221’inci ayeti şöyle der: “Allah’a eş koşan kadınlarla, onlar Allah’a inanmadıkça, evlenmeyin. Allah’a inanan bir köle kadın, Allah’a eş koşan özgür bir kadından yeğdir, beriki gönlünüzü çekse bile. Allah’a eş koşan erkeklere de onlar Allah’a inanmadıkça kız vermeyin. İnanan bir erkek köle, eş koşan özgür bir erkekten yeğdir, beriki gönlünüzü çekse bile. Allah’ı tanımayanlar sizi ancak ateşe sürüklerler.”

Dolayısıyle erkekler için de Allah’a eş koşan kadınlarla evlenmek yasaktır. Burada İslâmî çerçevede erkeklere sadece fazladan olarak İslam’dan önce kendilerine kitap verilenlerden özgür olan kadınlarla mehirlerini vermek ve onlarla zinada bulunmamak ve onları metres yapmamak şartıyla evlenebilecekleri hakkı verilmiştir. Yani Müslüman erkeklere Yahudi ve Hristiyan kadınlarla evlenebilmesi hakkı, İslâm hukukunun tanıdığı bu kısıtlı hakkı, çarpıtmak ve sanki erkeklere her şey serbest kadınlara her şey harammış gibi göstermek İslam’ı kötüleme gayesi taşımaktadır. Bendeniz, bu türden eleştirilerde bulunanların kendi dinlerine de saygı beslemedikleri kanaatındayım. Maalesef bu tür insanlar sözde Hristiyan gözükseler bile gerçekte dinle alakası olmayan kişilerdir. Dinle alakası olmayanların ise dinî konuları çarpıtıp başkalarına aktarmaları yanlıştır. Bu arada belirtmeliyim ki, Müslüman erkeklerin Yahudi veya Hristiyan kadınlarla evlenebildiği hususunda Şafii mezhebince öyle şartlar ileri sürülmüştür ki, uygulamada olanaksızlaşmıştır. Şimdi durup dururken Müslüman erkekler herkesle, Müslüman kadınlarsa sadece Müslüman erkeklerle evlenebiliyor diyenlerin iyi niyetli olmadıkları ortadadır. Çünkü bu beyan apaçık bir yalandır.

Sevgili kardeşlerim nikâh ve evlenme hakkındaki hükümler hem Kur’an’da hem de Hz. Peygamberin hadislerinde vardır. Nikâhın ayrıntıları Kur’an’a ve hadise dayanılarak ünlü fıkıh mezheplerince düzenlenmiştir. Ve mezhepler arasında da teferruatlar bulunmaktadır. Bu konu hakkında beyanda bulunmak isteyenlerin bu konuları detaylı şekilde incelemesi ve Batı Trakya’daki uygulamaları Hanefi mezhebine göre yapıldığını anlaması icap eder. Meselâ İmam Şafii’ye göre evlenme sözleşmesi erkekle kadının velisi arasında yapılmaktadır. Oysa İmam Ebu Hanife kadının velisiz yaptığı evlenmeyi de geçerli saymaktadır. Mehir evlenmenin temel şartıdır. Erkek mehir vermeden evlenemez. Mehir iki taraf arasında anlaşmayla saptanmaktadır. Saptanmamışsa mehir şartlarını müftülük belirtmektedir. İslam’da kadın, evlilik anlaşmasıyla çok özel haklara sahip olmaktadır. Hatta kadına o kadar ayrıcalık tanınmıştır ki, İmam Hanbel’e göre nikâhın bütün koşullarının yerine getirilmesi vacibdir. Dolayısıyla sözleşmeye kadın tarafı erkeğin başka bir kadını üzerine getiremeyeceğini veyahut mirasta dilediği miktarı, veyahut da kadın dinimizin yasaklamadığı herhangi bir şeyi kocasına şart olarak koydurabilir. Şimdi bunu görmeyen gözlere soralım. Kadına evlilik öncesi yapılan sözleşmeyle böylesi haklar tanıyan bir dinde kadın nasıl hor görülebilir, hangi dinde kadına böylesi haklar tanınmıştır?. Buyursun dinleri araştırıp cevap versinler.

Sevgili kardeşlerim, İslâm aile hukuku konusu çok tafsilatlıdır ve yerimiz hepsini anlatmaya yetmemekte. Biz sadece önemli gördüğümüz bir iki hususu aydınlatmakla iktifa ettik. İleride daha da tafsilatıyla bu konuyu tekrar işleyeceğiz inşaallah.

Sohbetimizi burada noktalarken, Ahmed er Rifai hazretleri hakkında rivayet edilen bir menkıbeden bir bölüm aktarmak istiyorum.

Rivayet edilir ki, Hz. Seyyid bir gün bir hurma ağacına rastlar ve şöyle buyurur, “Bu hurma ağacına bakın, başını kaldırdığı için hurma meyvelerinden oluşan yükleri üzerine koymuşlar. Ne kadar meyve yapsa yük olarak üzerinde kalır. Kabak bitkisi ise başını kaldırmaz, aksine boynunu eğdiği ve serkeşlik etmediği için bir başkası (toprak) onun yükünü taşır. Ne kadar yük getirse başkaları taşır. Onun yanındaki her şey yükselir. Hiç kimse ona eziyet edemez. Herkes onu dost kabul eder. Derviş de bunun gibidir. Allah için tevazu gösterirse, Allah da onun mertebesini yüceltir, rıfk ile muamele buyurur, yardımcısı olmadığı zaman ona yardım eder, gittiği her yerde Allah Teâlâ onun için rahmet ve bereket yaratır. Ve bir kimse dua istediği zaman da ona şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ yardımcın olsun ve hidayet düşüncesi ile rızıklandırsın.

Bize de bu duaya amin demek düşer efendim ve

Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Gümülcine Müftüsü

Hafız Cemali Meço

http://www.muftikomotini.com/index.php?m=art&c=3&n=12